Günümüz genel anlayışında insanın beş duyusu olduğu ve bu duyuların her biri için bedende bir organ bulunduğu fikri kabul görüyor. Nitekim duyu kelimesi sözlüklerde, “Dış dünyanın uyaranlarını görme, işitme, koklama, dokunma ve tatma organlarıyla algılama yeteneği” olarak açıklanıyor[1]. Ancak bu tanımın yeterliliği sorgulanabilir. Mesela işitme organı olan kulağın iç bölümünün aynı zamanda dengenin sağlanmasında etkili olduğu bilinse de, denge, duyular arasında sayılmıyor. Benzer şekilde, bedenimizle ilgili bilgileri edinme yolları da bu tanımda yer almıyor. Bu yüzden, daha kapsayıcı bir yaklaşımla duyu, uyaranları algılama yeteneği olarak tarif edilebilir.
Rudolf Steiner insanda, beş tanesi iç, yedi tanesi dış olmak üzere toplam on iki duyu olduğunu ifade ediyor [2]. Buna göre koku alma, dokunma, denge, hareket ve hayat duyuları iç, tat alma, görme, sıcaklık, işitme, konuşma, düşünme ve ben duyuları da dış dünyayı algılamak için kullanılıyor.
Steiner’e göre duyuların ilk işlevi bize, dışımızdaki dünya ve bu dünyanın bizim üzerimizdeki etkileri hakkında bilgi vermek. Burada dikkat çeken bir nokta, on iki duyudan hiç birinin sadece kendimize dair bilgi vermemesi. Ben, kendini sadece dış dünya ile olan etkileşimi üzerinden algılayabiliyor.
Duyuların ikinci işlevi ise bizi sınırlamaları olarak tarif ediliyor. Buna göre, eğer kendi içimizde kalırsak, duyular dış dünyanın hakikatini anlamamızı engelliyor. Burada hakikat ile ifade edilmek istenen, arzular, endişeler, önyargılar tarafından değiştirilmemiş, yansız varlıktır. Duyular bize bilgi taşıyan kanallar işlevini görürken, aynı zamanda hakikatle aramıza giren filtreler, perdelerdir. İç duyular iç alemi, dış duyular dış alemi perdeler.
Steiner’a göre duyuların üçüncü bir işlevi, kişi kendi dışında var olmaya yöneldiğinde, onun dış dünyaya nüfuz edebilmesi için aracı olmaktır. Burada geçen kendi dışında var olmak ve dış dünyaya nüfuz etmek kavramları, antroposofik bağlamda değerlendirilmelidir. Buna göre maneviyat, bedenimiz ve duygularımıza odaklanarak değil, fizik alemin derinlemesine keşfiyle ortaya çıkar. Bu keşif, fizik alemden manevi aleme bir köprü görevi görür.
İslâm tasavvufunun esaslarından biri, eşyaya derinliğine nüfuz ile ona yaklaşmak ve eşyanın nüanslarından ve titreşimlerinden değil, esas cevherinden elde edilen bilgiye ulaşmaktır [3].
Birbiriyle yan yana pek anılmayan bu iki bakış açısının arasındaki benzerlik dikkate değerdir.
Referanslar
- TDK Genel Türkçe Sözlük. (sozluk.gov.tr)
- Spiritual Science as a Foundation for Social Forms. GA 199. Lecture III. 8 August 1920, Dornach.
- Güvenç, Rahmi Oruç, Hz. Mevlana, s.4.

