İçinde bulunduğumuz çağda, kültürel zenginliklerle harmanlanmış bir öğrenme ortamı oluşturmak!
Bilginin sadece yüzeysel, ezberci bir yaklaşımla zihinde yer kaplaması mı, yoksa geçmişte olduğu gibi kadim öğretilerin de bizlere miras bıraktığı yöntemlerle yaşamsal beceriye dönüşmesi mi?
Peki, bu ortamı nasıl oluşturabiliriz? Bu soruya yanıt ararken güçlü bir cevap çıkıyor karşımıza: Anlatım sanatı! Her kültürün yıllar boyu bilgi aktarımında önemli rol oynamıştır anlatım sanatı.
Çocukların fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak sağlıklı gelişimi için Waldorf Pedagojisi müfredatını bizlere sunan Rudolf Steiner, anlatım sanatını farklı yaşlara göre şöyle sıralıyor:
- Sınıfta masallar
- Sınıfta fabllar ve efsaneler
- Sınıfta yaratılış hikayeleri
- Sınıfta mitolojik öyküler
- Sınıfta kadim kültürlerden anlatılar
Her yaşta çocukların içinde bulunduğu ruh haline göre yapılan bu anlatımların hem sosyal hem akademik öğrenmede güçlü bir rol oynadığını görebiliyoruz. Dinledikleri hikayelerin içinden yaşamda kullanabilecekleri çözümler çıkartabiliyorlar. Ve bu kendilerine ait bir çözüm.
Rudolf Steiner, Waldorf okullarında bu anlatım başlıklarına dair öneriler sunarken, anlatılanların isminden çok neden anlatıldığı üzerinde duruyor. Özellikle Waldorf Pedagojisi yaklaşımının çıkış noktası olan coğrafyaya baktığımızda belli örneklerle karşılaşılıyor. Grimm masalları, azizlerin hikayeleri, Eski Ahit’ten anlatılar vb.
İlginç ve güzel olan şudur ki bu anlatımlar üzerine derinlemesine bir araştırma yapıldığında, kaynaklar çok da yakınımızda olan yerleri işaret ediyor. Kendi coğrafyamızda, çok da bizden uzak sayılmayacak yörelerde bu anlatımların esinlendiği kaynakları görüyoruz. Bu bakış açısı, anlatım sanatı yapan eğitim sanatçılarına küçük bir hatırlatma yapıyor. Kaynak aslında yanımızda! Uzun yıllar belki unuttuğumuz bu kadim öyküler, uzak yolları gezip tekrar bizlerle buluşuyor aslında.
Anadolu ile kadim uygarlıkların buluştuğu topraklarda olmanın şansı işte burada gösteriyor kendini. Farklı kültürlerin esinlendiği, belki de çoğunun çıkış kaynağı olan bir hazineye sahip olan topraklar. Gökten üç elma düşmüştü ve bu topraklarda filizlenmişti.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken diye başlıyor birinci sınıfta masallar.
Ezop masalları, Beydeba’nın Kelile ve Dimne fablları ve kıssadan hisse ile devam ediyor ikinci sınıf. Nasreddin Hoca bunun en güzel örneklerindendir. Mevlana’dan Mesnevi ile hem fablları hem ideal insan hikayelerini dinliyorlar. Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre eserleri onlara yol gösteriyor.
Üçüncü sınıfta yaşamı sorgulamaya başlayan, kendi oluşumlarına anlam vermeye çalışan çocuklar, yaratılış hikayeleri ile buluşuyorlar. Adem ve Havva ile başlıyor anlatımlar. Nuh tufanı ile bir dönüşüm yaşıyor. Yusuf’un kuyudan çıkıp Mısır’a sultan olması, içinde bulundukları dönemden çıkacakları güvenini getiriyor onlara. Bu anlatımlar yanında Anadolu’nun hemen hemen her yöresinde anlatılan efsaneleri dinliyorlar. Sarıkız efsanesi (Balıkesir), Şahmeran efsanesi (Mersin), Ayn-ı Zeliha efsanesi (Şanlıurfa), Lokman Hekim’in ölümsüzlük iksiri (Adana), Defne’nin gözyaşları (Hatay)….
Gerçeklik ve efsane arasındaki bir yaş döneminde olan çocuklar dördüncü sınıfta mitolojik hikayelerle buluşuyor. Hem doğu hem batı mitolojilerinden izler taşıyan Anadolu mitolojisini, Göbeklitepe’den, Troya’dan, Efes’ten çıkan kalıntılarda görmekteyiz. Anadolu’nun saklı şehirlerinde bulunan öyküler tam da bu yaşta çocuklara tarihin kapısını aralıyor.
Beşinci sınıfta bu aralanan tarih kapısından giriş yapılıyor. Kadim uygarlıkların ve Anadolu’nun buluştuğu bu coğrafya beşinci sınıf için zengin bir içerik oluşturuyor. Troya’dan Mezapotamya’ya kadar uzanan bir tarih kitabının içinde yaşıyoruz. Anadolu kültürü çocuklara hem sözlü aktarım sunarken hem de yaşanılan bölgeyi görme fırsatı sunuyor. Gılgamış’ın ölümsüzlüğü arayışı, İbrahim’in Nemrut ile olan mücadelesi bu toprakların hikayeleri.
Tüm bu anlatımlarla müfredat oluştururken, nasıl bir zenginliğe sahip olduğumuzun farkına varıyoruz. İlkokul yıllarından itibaren çocuklara aktarmak istediğimiz bu hikayeler, Anadolu’nun her karış toprağında gizli. “Neden anlatım sanatı?” sorusuna dönecek olursak, her yaşın içinde bulunduğu ruh haline cevap olacak hikayeler aslında bu toprakların üzerinde. Çocukların zihinsel ve akademik gelişimleri yanında ruhsal gelişimlerine de önem veren yetişkinler bu hikayeleri kullandılar. Anadolu’da yüzyıllardır süregelen bir gelenektir bu. Nice problemler masallarla, şiirlerle, atışmalarla çözüldü. Tarihin bilinmezlikleri mitolojik hikayelerle bizlere ulaştı.
İçinde bulunduğumuz çağda, kültürel zenginliklerle harmanlanmış bir öğrenme ortamı oluşturmak isteyen bir eğitim sanatçısının Anadolu mutfağına girmesi gerekir diyebiliriz.

